“Bir zamanlar, bir kentte ayakkabısı olmayan öksüz bir kız yaşarmış. Bu kız, bulduğu bütün kumaş parçalarını biriktirmiş ve kendine bir çift kırmızı ayakkabı dikmiş. Ne kadar yoksul olsa da bu ayakkabılar kızın kendini zengin hissettirmeye yetiyormuş. Bir gün yaldızlı bir at arabası kızın yanında durmuş ve içinden yaşlı bir kadın inmiş. Bu kadın, kıza kendi küçük kızıymış gibi davranacağını söyleyip onu evine götürmüş, güzelce kızı yıkamış, ona temiz kıyafetler, güzel yün bir elbise ve parlak siyah ayakkabılar vermiş. Kız kırmızı ayakkabısının nerede olduğunu sormuş, yaşlı kadın ise o ayakkabının çok gülünç olduğunu bu yüzden de o ayakkabıyı ateşe attığını söylemiş. Çocuk kendisine en çok mutluluk veren kırmızı ayakkabının olmamasına çok üzülmüş ve gün geçtikçe kızın kırmızı ayakkabılara olan özlemi artmış.
Zaman geçmiş ve kızın kiliseye kabul edileceği Masumlar Günü gelmiş. Yaşlı kadın bu özel gün için hazırlanmış bir çift ayakkabı almak için kızı ayakkabıcıya götürmüş. Kız, ayakkabıcının sandığında en güzel deriden yapılmış ve adeta ışık saçan bir çift kırmızı ayakkabı görmüş ve o ayakkabıyı seçmiş. Yaşlı kadının gözleri o kadar bozukmuş ki ayakkabının kırmızı olduğunu fark edememiş ve ayakkabıyı almış. Yaşlı kadın ayakkabının rengini fark etmemiş olsa bile kilisede herkes kızın ayakkabılarını görmüş ve yaşlı kadını bu konuda uyarmış. Yaşlı kadın ise kızı, bir daha o ayakkabıları giymemesi konusunda tehdit etmiş. Fakat küçük kız, kırmızı ayakkabılardan vazgeçememiş. Dindar bir kilise bile olsa gittiği her yerde kırmızı ayakkabılarını giymeye devam etmiş. Kız, kırmızı ayakkabıları giydiğinde ayakları kendi başlarını dans etmeye başlarmış ve o ayakkabıları ayaklardan çıkartmak için çok uğraşırmış. Ama öyle olsa bile küçük kız ayakkabılarından hiç vazgeçememiş. Ta ki ayakkabılar kızın ayağından çıkmayıp cellat tarafından ayakları kesilene kadar. Fakat bu durum kırmızı ayakkabının durmasına engel değilmiş. Kırmızı ayakkabılar, kızın kesilen ayaklarıyla birlikte dans etmeye devam etmiş…”
Her masalın, hayata dair gerçekliği insanın suratına vurmak gibi bir görevi vardır. Andersen’ın masalında bu görevi kırmızı ayakkabılar üstlenmiştir. Eğer eski bir zamanda Yahudi biriyle ticaret yapıyor olsaydınız size senet yerine ayakkabısının tekini vermiş olacaktı. Çünkü ayakkabı, Yahudiler için dürüstlüğün ve mülkiyetin simgesidir. Eğer, eski zamanda İngiltere’de yaşasaydınız gideceğiniz yerden çabuk dönmeniz için arkanızdan ayakkabı atacaklardı. İngilizce ’de “senin yerinde olsaydım” demek için kullanılan “If I were in your shoes” deyimini duymuşsunuzdur. Bu deyimde ayakkabı benlik ile eş değer tutulmuştur. Ya da bizdeki “pabucu dama atmak” deyimi. Karl Marx’ın ayakkabısı tek başına kapitalizmi anlatan bir örnek olmuştur. Hatta öyle bir örnek olmuştur ki burjuva devrinin başlıca sembolü haline gelmiştir. Güney Kore’de sevgilinizden ayrılmak istiyor fakat söyleyemiyorsanız ona kırmızı bir ayakkabı almanız yeterlidir. Çünkü aldığınız kırmızı ayakkabı, sizin yerinize sevgilinize yakında onu terk edeceğinizi söylemeye yetmektedir. Andersen’ın yukarıdaki masalında ise ayakkabılar, kızın nefsini ölçmek için kullanılan nesne olmuştur. Ayakkabının rengi ise özellikle kırmızı. Çünkü kırmızı; hayatın, ölümün, savaşın, doğumun, insanlardaki tutkunun, ahlaki yükselmelerin, erotik arzuların, insanın günahlarının hatta şeytanın simgesi olan önemli bir renktir. Tüm bunlara ek olarak, kırmızı; insanın güçlü duygularının da sembolüdür. Bu yüzden masaldaki “kırmızı ayakkabılar” oldukça derin bir anlama sahip ve masum olma formatından uzak bir nesnedir. Küçük kızda özlemle başlayan kırmızı ayakkabı isteği zaman içerisinde saplantıya dönüşmüş ve ayaklarını kaybetme pahasına olsa bile kırmızı ayakkabılardan vazgeçememiştir.
Saplantı, insanın aklına beklemediği bir anda, davetsiz bir şekilde gelip, kafaya takılan ve genellikle tekrarlanan düşüncelerdir. Bu durum kontrolsüz ve çok sık bir şekilde ortaya çıkar. Ayrıca insanlar istese bile bu düşünceleri kolay bir şekilde uzaklaştırılamazlar. İnsanlar, saplantıya sebep olan düşünceden uzaklaşabilmek ve bu durumu etkisiz hale getirebilmek için tekrarlayıcı davranışlar (kompülsiyon) yaparlar. Kişi kendini rahatlatan bu davranışı yapmadığı zaman kaygısı ve tedirginliği daha da artmaya başlayacaktır. Bu yüzden kompülsiyon kaygının geçici bir süreliğine azalmasını sağlar. Yani kısaca; saplantı, bu hastalığın teknik oluşumu iken bunu rahatlatmak için tekrarlanan davranışlar bir tedbirdir. Fakat ilerleyen zamanlarda bu tekrarlanan davranışlar kişiye zarar vermeye, kişinin zamanının büyük bir bölümünü bu davranışa harcamasından dolayı günlük hayatının aksamasına sebep verebilir. Tedbir olarak başlayan bu davranış zaman içinde anlamsız davranışlara dönüşebilir.
Verilere göre her elli kişiden biri ileri düzeyde takıntılıdır. Ancak gerçekte takıntı birçok kişide görülmektedir. Sadece, belirtilerin hafif olması nedeniyle bunu fark edemeyebilirler veya uzun zamandır bu hastalıkla birlikte yaşadıkları için bu durumu benimseyebilirler. Ayrıca hastalığın farkında olmasına rağmen bunu gizleme eğilimi gösteren bir kısım da bulunmaktadır. Beyindeki sinir hücreleri arasında, haberleşmeyi sağlayan kimyasal iletişim kanallarından birinde meydana gelen işlev bozukluğu bu hastalığın biyolojik kaynaklı olmasına sebep verir. Ancak stresli, baskın, kuvvetli oto kontrolün bulunduğu psikososyal sebeplerden dolayı da saplantı hastalığı ortaya çıkabilmektedir. Bu hastalığı yoğun yaşamayan insanlar için saplantı, asil ve güzel olabilir ancak belirtileri yoğun yaşayan insanlar için bu hastalık cehennemi yaşatan bir lanettir. Ünlü İngiliz şair John Milton bu hastalıktan bahsederken insan beyninin önemine vurgu yapmıştır ve demiştir ki; Bireyin aklı, kişinin hayatını cennete de cehenneme de dönüştürebilir.
Peki ya borsaya yatırım yapan yatırımcılar, piyasaya ilk yatırım yaptıkları zaman gibi kalabilmişler midir? “Borsayı bırakmaya karar verdim.” Bu cümle yatırımcıların birçoğunun aynı kalmadığını gösteren en net cümledir. Hiç arsa, ev, araba al sat işlemi yaparak para kazanan bir yatırımcıdan ya da döviz, altın gibi yatırım yapan bir yatırımcıdan böyle bir cümle duydunuz mu? Zaman içerisinde borsada seans saplantısı ortaya çıkan yatırımcılar borsadan bir alkol, sigara ya da her hangi bir kötü alışkanlık gibi bahsetmektedir. Her elli kişiden biri olmasalar da fark edemedikleri bir seans saplantısı oluşmuştur. Bu saplantının tekrarlayıcı davranışı ise sürekli hisse senedi alıp satmak, portföyünde muhakkak bir hisse senedi bulundurmak ya da hisse senedi olsun olmasın daima piyasayı kontrol etmek olarak görülebilmektedir. Çoğu yatırımcı bu piyasaya, parasının durduğu yerde değer kaybetmesini istemediği için dahil olmak ister. Fakat zaman ilerledikçe yatırımcının yaşadığı stres, sürekli kendini kontrol etme dürtüsü, adrenalin duygusunun artışı yatırımcıda takıntı olgusunu ortaya çıkartır. O yüzden de yatırımcı bir hisse senedini sattığı zaman piyasanın hemen yükseleceği korkusunu yaşamaya başlar. Piyasa da olumsuz haberler olmasına rağmen sürekli ve kontrolsüz bir şekilde aklına gelen bu korkunun önüne geçemez, eğer hisse senedini almazsa piyasada başlayacak yükselişi kaçıracağı korkusu o kadar ağır basar ki bu durumu etkisiz hale getirip, kaygısını azaltmak için tekrar bir hisse senedi alır. Bunun tersi durum da çok sık bir şekilde gözlenmektedir. Sadece para kazanmak isteyen yatırımcı zaman içerisinde kendi elleriyle cehennemi yaşatacak olan lanetin kapısını açmış olur. Borsa eğer sizin mesleğiniz değil ise bunun bir yatırım olduğunu, borsa dışında da bir hayatınızın olduğunu unutmayın. Borsa, içerisinde birden fazla değişkeni barındırmasından dolayı birçok şeyden oldukça hızlı etkilenen bir piyasadır. Anlık fiyat hareketlerinin yoğun yaşanmasının en büyük sebebi bu hassaslıktan kaynaklanmaktır. Hassaslık geçtiği zaman ise tekrar kendi yoluna devam eder. Yatırımcıların bu hassas noktaları anında yakalaması ve kendi portföylerine direk müdahale edebilmesi genelde zor ve nadir görünen olaylardır. Ekran başında da olsanız, sürekli hisse senedinizi kontrol ediyor da olsanız bir hisse senedini tam dipten alabilmek veya tam tepeden satabilmek olasılığı düşük olaylardır. Elbette bunları yakaladığınız zamanlar olacaktır ama bunları yakalamaya çalışırken yaşadığınız zararlar çok daha fazla olacaktır.
Parlaklığa aldırma her insanda bir potansiyel olarak bulunmaktadır. Ancak borsa bunu açığa çıkarabilecek ve insanların hayatına gizli gizli sızabilecek bir yapıya sahiptir. Borsanın parlaklığına kapılıp ayağınıza geçirdiğiniz kırmızı ayakkabıların sizleri hangi dansa sürüklediğine dikkat edin. Dansın ritmi sizin kontrolünüzdeyken dans etmek keyiflidir ancak ritim bozulup kontrol el değiştirdiğinde kırmızı ayakkabılar gibi borsa da dansa siz olmadan fakat sizden önemli bir parça almış olarak devam eder...
“Unutabilme yeteneği akıl sağlığı anlamına gelir. Aralıksız anımsama ise saplantı, delilik anlamına gelir.” Jack London
Cemre
#behavioralfinance #behavioraleconomy #trade #investing #economy #finance #stockmarket #stock #exchange #market #investment #5148123 #817219438 #money #para #yatırımcı #piyasalar #borsa #döviz #viop #bist100 #bist30 #bist #dolar #altın #davranışsalekonomi #davranissalekonomi #davranissalfinans #davranışsalfinans #ekonomi #finans #hisse #hissesenedi #cemreyoldas #ekonomiyazilari #ekonomiyazıları #borsanın #kırmızı #ayakkabıları #andersen #redshoes #yatırım #yatırımcıpsikolojisi
Comments