ekonomi yazıları
BORSADA BİR NAR TANESİ

“Bir gün, görünmezliğin diğer adı olan, taşıdığı asa ile ölümü ve yaşamı simgeleyen Platon diğer adı ile ölüler diyarının tanrısı Hades evlenmek istedi. Fakat hiçbir yaşayan kadının kendi isteğiyle yer altına inmeyeceği ve onun karanlık şatosunda yaşamak istemeyeceğinin de farkındaydı. Hades, bu düşünceler deryasında dolaşırken aklına buğday tarlalarını yetiştiren, meyveleri olgunlaştıran bereket Tanrıçası Demeter’in kızı Kore geldi ve Kore’yi kaçırmak için Zeus’tan yardım alarak bir plan yaptı… Kore, her ilkbaharda arkadaşlarıyla çiçek toplamaya giderdi ve gene böyle bir bahar zamanında çiçeklerin arasında şimdiye kadar hiç görmediği bir Nergis olduğunu fark etti. Arkadaşlarından uzaklaştığını bildiği halde çiçeğin sarhoş edici kokusu ve esrarlı rengi Kore’yi kendine çekmeye devam etti. Önce bu çiçeği koparıp koparmama konusunda tereddüt yaşayan Kore en sonunda çiçeğin cazibesine dayanamadı ve çiçeği koparmak için ona dokundu. Çiçeğe dokunur dokunmaz yeraltı diyarının Tanrısı o yarıktan dışarı çıktı ve Kore’yi yakaladığı gibi cehennemin yolunu tuttu. Zavallı kız ne olduğunu bile anlamadan acı içinde bağırıyordu ancak Hades’in arabası çoktan baş aşağı karanlıklara dalmış ve gözden kaybolmuştu. Demeter kızının kaçırılmasına o kadar çok öfkelendi ve üzüldü ki yerine getirmesi gereken görevlerin hiç birini yerine getirmedi bundan dolayı yeryüzünde kıtlık başladı ve beklenen bahar bir türlü gelmedi. Zeus, yeryüzündeki insanların bu kadar sıkıntı çekmesine daha fazla dayanamadı ve kardeşi Hades’ten insanlara acımasını istedi. Eğer karısını yeryüzüne tekrar göndermezse yeryüzünde hiçbir zaman bahar gelmeyecek ve hiçbir yerde tek bir çiçek açmayacaktı. Bu yüzden de Hades’ten karısının yeryüzüne çıkmasına izin vermesini istedi. Hades Zeus’un isteğini kabul etti ancak Kore’den de vazgeçmek istemiyordu. Bu yüzden Hades, Kore yeryüzüne çıkmadan önce ona hediye olarak bir meyve verdi. Kurallar belliydi; eğer yeryüzüne ait bir canlı yer altı dünyasından her hangi bir şey yer ise bir daha yeryüzüne çıkamazdı. Kore, yiyeceği bu meyvenin kendisini Cehenneme mahkûm edeceğini bilmeden dört adet “nar” tanesi yedi... Ve ne olduysa ondan sonra olmaya başladı…”
Şekliyle ve renginin kırmızı-sarı oluşuyla güneşi çağrıştıran nar aynı zamanda ölümsüzlüğün, güzelliğin, bereketin bir simgesidir. 18. yüzyılda Tatarların yeni yıla hazırlık bayramı olan Doğan Güneş adı verilen “Nar Togan’dır”, Mısır'ın bir zamanki para birimidir, Romeo ve Juliet hikayesindeki talihsiz aşkın, Leonardo Da Vinci’nin resimlerindeki yeniden dirilişin simgesidir. Tasavvufta ateş, Budizm’de hayattaki olumlu anlar, Eski Mısır’da dünyanın ilk meyvesidir. “Şu gelen yar olaydı, elinde nar olaydı” şarkısında ki nar çok değerlidir. Hatta o kadar değerlidir ki tek taş yüzük ile eş değerdir. Çünkü Osmanlı Döneminde Anadolu’da yaşıyor olsaydınız evleneceğiniz kadına nar göndermeniz ya da nar vermeniz evlilik teklifi için yeterli bir hareketti. Tüm bunların yanında ise nar; Yunanistan’da ölüm ve unutmak anlamında kullanılır. Hatta bazı anlatılara göre Adem ile Havva’nın cennetten kovulma sebepleri elma değil nardır. Bu yüzden nar da elma gibi yasak bir meyvedir. Azerbaycan’da anlatılan hikâyelerde ise nar, isteyerek ya da istemeyerek iyi/kötü, olumlu/olumsuz özelliklerin birbirine dönüşümüdür. O yüzden Hades, Kore’ye yer altından herhangi bir meyve vermek yerine onun dönüşümüne neden olacak, yeryüzündeki yaşamını unutturup yer altında yeniden doğmasını sağlayacak meyve olan Nar’ı vermiştir. Yeryüzüne ait olma ihtimali ortadan kalkan Kore’de zamanla Ölülerin Kraliçesi olan Persephone’ye dönüşmüştür. Bu öyle bir dönüşüm olmuştur ki kendi celladı olan Hades’e âşık hale gelmiştir.
Kendi celladına âşık olma durumuna ilişkin ilk örnekler Yunan Mitolojilerinde kendini gösterse de, bilimsel olarak hayatımıza girişi 1973 yılına dayanır. Bu tarihte İsveç’in başkenti Stockholm’da yaşanan bir banka soygunu bilimsel çalışmalara girişe neden olmuştur. Banka soyguncusu dört tane banka çalışanını altı gün boyunca rehin tutmuştur. Rehineler arasında bulunan banka görevlisi bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanmış ve serbest kaldığında soyguncuyu savunmuştur. Hatta savunmakla kalmamış nişanlısını terk ederek soyguncunun hapisten çıkmasını beklemiş sonunda da onunla evlenmiştir. Asıl uzmanlık alanı uyuşturucu bağımlılığı olan psikiyatr Nils Bejerot bu olayı incelemeye karar vermiş ve olayda kuvvetli bir duygusal bağlılık olduğunu görmüştür. Bu duygusal bağlılığa ise olayın geçtiği yerin adını vererek Stockholm Sendromunu hayatımıza katmıştır.
Dr. Fuat Beşkardeş’e göre; bu sendromu tetikleyen en önemli sebeplerden biri çaresizlik hissidir. Bu çaresizlik hissi ile insan; kendisini zora sokan, üzen bu koşulları önce benimsemeye daha sonra savunmaya başlar. İnsanın bu savunmayı yapabilmesi ise olumsuzluk koşullarını yaratan nedenleri görmemeye başlamasıyla ortaya çıkar. Çaresizlik hissi ile hayatta kalma içgüdüsü birleştiğinde insanları zor duruma sokan durum veya kişilere karşı bir bağımlılık hissiyatı başlar ve bu durum belli bir süre sonra travmatik bağlanma sürecine dönüşür. Oluşan bu bağlılık sonucunda ise ufak bir iyilik, ufak bir olumlu durum karşısında bile insanlarda büyük bir minnet duygusu oluşur. Piyasada yaptığı işlemlerin hataları sonucunda çaresizlik içinde kalmış olan yatırımcıların ufak bir kâr sonrası bile büyük sevinçler yaşaması gibi…
Peki, insanlar neden sağlıklı ve normal olmayan durumlar için rıza göstermektedir? İnsanlar zor durum ve baskı altında kaldıkları zaman düşüncelerinde gereğinden fazla çelişkiler ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu çelişkilere Bilişsel Çelişkiler denmektedir. Bilişsel çelişkiler, stresli ve çaresiz hisseden insanları daha da fazla çaresizlik derinliğine çekmeye başlar. İnsanların oluşan girdaptan kurtulabilmesi için bazı yöntemler geliştirmesi gerekir. İlk yapmaya çalışacakları yöntem var olan bilişsel çelişkileri azaltmak olacaktır eğer o olmaz ise bunları birleştirerek bir orta yol bulmaya çalışacaktır. Yukarıdaki iki yöntemde de oluşan girdabı durduramıyorsa o zaman içinde bulunduğu durumu kabul edebilmek adına kendilerine yalanlar söylemeye başlayacaklardır.
Alınan hisse senetleri bir nar tanesi gibidir. Yatırımcı bir hisse senedine neden yatırım yaptığını bilirse o nar tanesi kendisine bereket, doğan yeni bir güneş gibi gelecektir. Ancak yatırım yaptığı hisse senedine neden yatırım yaptığını bilmez, sadece kendisine birileri tarafından söylendiği için almış ise o zaman kendi elleriyle, kendisini cehenneme mahkûm edecek narı yemiş olacaktır. Azımsanmayacak kadar risk unsuru içeren bir piyasada elbette ki hatalı işlemler olacaktır. Ancak daha önemli bir konu varsa o da alınan ya da satılan hisse senedi sonrasında ortaya çıkan bilişsel çelişkilerle nasıl baş ettiğinizdir.
Yapılan bir hisse senedi işlemi sonrasında yatırımcıların aklında pek çok soru dolaşmaya başlar. “Acaba satmasa mıydım/almasa mıydım?”, “Şimdi ne olacak?”, “Aldım ama ya düşerse?”, “Sattım ama ya yükselirse?”… bu soru kalıpları daha da çoğaltılabilir. Bunun gibi belirsizliklerin olduğu, yatırımcıların ne yapması gerektiğine karar veremedikleri durumlarda tüm parasıyla tek bir hisse senedini almaması ya da taşıdığı hisse senedinin hepsini satmaması gerekir. Ancak yatırımcı, genellikle böyle bir alternatifleri yokmuş gibi davranarak tüm parası ya da tüm hisse senediyle işlem yapmayı tercih ediyor. İlerleyen zamanda ise verdiği kararın hatalı olduğunu fark ettiğinde bilişsel çelişkileri azaltması ya da onları birleştirmesi çok mümkün olmadığı için kendisine yalanlar söyleyerek içinde bulunduğu durumdan kaçınma eğilimine girmiş oluyor. Örneğin iki hisse senedi arasında kalan yatırımcının aldığı hisse senedi, aldıktan sonra düşmeye başladığında bu kararın hatalı olduğunu kabul etmek yerine hisse senedinin düşüşünü “şu anda” düşüyor ama potansiyeli var ileride yükselecek diye kabullenmeye çalışıyor. Peki, o zaman bu ilerisi ne zaman? Belirsiz bir ileriyi bekleyen yatırımcıda, zaman içerisinde çaresizlik hissi de artmaya başlıyor. Hisseyi satmak istese bile bu hatayı itiraf etmek istemeyen yatırımcı yükselen çaresizlik hissiyle kendisini üzen ve zora sokan durumu benimsemeye ve savunmaya başlıyor hatta bu öyle bir savunma oluyor ki hisse hakkındaki olumsuz haberleri görmemeyi tercih ediyor. Zarar ettiği hisse senedi biraz yükseldiğinde bile bunun için bir minnet duyarak aşırı seviniyor. Bir anlamda celladını savunduğunu bile fark etmiyor. İlk başta maddi bir yatırım yaptığı hisse senedine artık duygusal olarak da yatırım yapmış oluyor bu yüzden de o hisse senedine hem maddi hem de duygusal anlamda bağımlı hale geliyor. Belli bir seviyeyi geçtikten sonra, zarar ettiği hisse senedini satan yatırımcının, kendisini zora sokan olaydan kurtulduğu için rahat hissetmesi gerekirken aksine, o hisse senedi artık portföyünde olmadığı için huzursuz hissetmeye başlıyor. Bu hissiyat takip ettikleri ancak yatırım yapmadıkları hisse senetlerinde de yaşanıyor olsa da ellerinde taşıdıkları ve zarar ettikleri hisse senetleri kadar yoğun olmuyor.
Peki, yatırımcılar bu girdaptan kurtulamaz mı? Öncelikle bu piyasaya yatırım yapmaya karar veren yatırımcının bir günde zengin olma fikrinden uzaklaşması, hisse senetleri piyasasının kumar değil bir yatırım aracı olduğunu kabul etmesi gerekir. Bu piyasanın kumar gibi algılanmasının sebebi hisse senedi piyasasından ziyade yatırımcıların kendi düşünceleridir. Eğer, kişi (buradaki kişiye ne yazık ki yatırımcı diyemem) bu piyasanın kumar olduğu düşüncesiyle hala piyasada işlem yapmaya devam ediyorsa o zaman her zaman kasanın kazanacağını ve kendisinin de kaybedeceğini biliyordur. Bu şartlar altında bu piyasada işlem yapmak zaten o kişi için doğru bir tercih olmayacaktır. Yapısı gereği hisse senetlerinin çok fazla değişkenden etkilenmesinden dolayı anlık verilen kararların hatalı olabilmesi mümkündür. Hatalı bir işlem yaptığınızdan eminseniz ters pozisyon ile o işlemi sonlandırmalısınız. Başta kendinize itiraf etmeye çekindiğiniz bu hatalı kararlar sonlarda sizi derin bir girdaba sokacak ve fark etmeden hisse senedi piyasasında Stockholm sendromu yaşamanıza sebep olacaktır. Eğer yaptığınız ya da yapacağınız işlemden emin değilseniz paranızın ya da hisse senedinizin hepsiyle bir işlem yapmak zorunda değilsiniz.
Bunun ötesinde, borsa da celladına aşık olma durumunun daha önce alınan kararların istenmeyen şekilde sonuçlanması durumunda ortaya çıktığı ve hatalı kararın savunusunun, kişi tarafından kendini telkin etmek için -kendini kandırma pahasına- üretildiği ortadır. Böylesi bir durumda, “yapılan işlemin zararla sonuçlanmasının ardından insanın kendisini kandırmasının ve bu şekilde rahatlamasının ne zararı olabilir” diye sorabilirsiniz, hatta belki bu durum size daha doğru da gelebilir. Ancak, borsaya tek bir işlem üzerinden bakılması yanlış olacaktır. Borsaya kapsamlı bir şekilde bakmak için ise, yatırımcı yaptığı işlemlerle kurduğu duygusal bağlılığı en aza indirmelidir. Evet, zaten başarısız olan bir işlem, celladınıza âşık olduğunuzda da, olmadığınızda da değişmeyecektir. Ancak, bir kere kontrolü kendiniz dışındaki dinamiklere bıraktığınızda, hele ki bunu duygusal bir bağlılıkla yaptığınızda, artık borsada işlem yapmıyor olursunuz. Adeta borsada savrulmaya başlarsınız. Ayrıca, kârı ve zararıyla birlikte borsa yatırımcının sorumlulukları olan bir şeydir. Celladınıza duygusal olarak bağlandığınızda, kendi sorumluluklarınızı da gerçekleştiremez bir duruma evrilebilirsiniz. Bu sadece bir işlemde kalmaz, borsaya olan bakış açınızı da değiştirir. Artık borsada sizin kontrolünüz dışında gelişen pek çok etken yaptığınız işlemelerin sonuçlarının yegane sorumlusu haline alır. Borsaya bu tarz bir kaotik ortam olarak bakmak, onun işleyişini görünmez kılarak, mistikleştirmektedir. Böylesi bir anlayış, yatırımcının iradesi dışında, sorumsuzca yatırım yapmasına neden olacak anlayışı ona yerleştirir. Böyle bir anlayış yerleştiğin de ise, ister kazanın isterse kaybedin, bunlar dışsal etkenlere kalmıştır artık. Siz, işlemleriniz üzerinde tuttuğunuz kontrol ettiğiniz ipi başka şeylere bırakmış olursunuz. Daha kötüsü ise, bıraktığınız bir kimse değil bir boşluktur. Kaybettiğinizde, o boşluğu pek çok nedenle doldurabileceğiniz bir boşluk. O yüzden bir kere bile borsa da celladınıza aşık olmayın. Çünkü borsada celladınıza aşık olduğunuzda, ne aşkınızı ne de işlemlerinizi yapmaya karar verirken kararınıza neden olan etmenleri artık gözle göremez, elle tutamazsınız.
Kore gibi bir çiçeğin sarhoş edici kokusu sizi gitmeniz gereken yolunuzdan ayırmasın yoksa bir çiçekle cehenneme sürüklenip yediğiniz bir meyveyle o cehennemde kalmayı garantileyebilirsiniz. Romeo ve Juliet nar ağacının altında talihsiz aşklarını konuşurken, Romeo Juliet’e “Eğer yaşamak istiyorsam gitmeliyim. Burada kalırsam ölürüm” der. Hepimizin de hikâyenin sonunu bildiği gibi Romeo gidememiş ve nar onlara ölümü getirmiştir. Siz Nar’ınızı nasıl alırdınız?
“Umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle de içine düştüğün çaresizliği tam anlamıyla kavramışsan” Fyodor Dostoyevski
Cemre
#behaviouralfinance #behaviouraleconomy #davranıssalfinans #davranışsalfinans #davranissalekonomi #davranışsalekonomi #economy #finance #stockmarket #trade #stock #investing #investment #yatırım #borsa #bist100 #bist #ekonomi #finans #viop #dolar #döviz #altın #money #5148123 #817219438 #para #hisse #hissessenetleri #ekonomiyazilari #ekonomiyazıları #cemreyoldas #borsada #bir #nar #tanesi